14 Ekim 2013 Pazartesi

Sarılmalı Öpmeli, Suçunu Bilen Amca

     Herhangi bir yere turla gitmeyi ve tanımadığım insanlarla omuz omuza, anlattıklarının yarısı uydurmasyon olan bir rehber eşliğinde gezmeyi gerçekten sevmem. (Bu fobi bir önceki gezimden kalma olabilir o yüzden diğer rehber arkadaşlarım lütfen alınmasın :) Burada rehber de gezgin de bizdik. Tur planımızı yapıp Old Town denen eski şehir merkezini gezerek ilk akşamımıza başladık. Deniz ürününe doyacağız gazıyla akşam yemeğimizi Venus adlı bir restoranda yemeye karar verdik. Tabaklar süperdi ama gelen balık hayatımızda yediğimiz en sert balıktı. Yemek benim en bayıldığım eylemlerden biridir ve her önüme geleni (40 gün önce pişmesi ya da içinden garson çıkması gibi) ekstra bir yamuğu yoksa severek yerim. Bunu da yedim ama titizliğiyle tanınan Ceren bayağı zorlandı.
      Balığın buzhane kralı olduğuna şuradan ikna oldum: Restoran sahibi durup durup bana sarılıp öpüyordu. Kibarlığıma küfür ettiğim zamanlardan biriydi (evet kendime karşı çok da değilim) çünkü ayıp olmasın diye "yeter" manasında teşekkür ediyordum. Korkarım hiç anlaşılamadım. Sarılıp öpme faslı hala devam ediyordu. Sonra battal boy meyve tabağı ve uzolarımız ikram şeklinde geldi. Bu nasıl bir balıksa yediğimiz için adeta madalya verilecekti. Bu mekanı gelmemek üzere mimleyip (ama ikramları da silip süpürüp) fıydık. :)
      Burada her yerde kablosuz internet var ama bazı mekanlar kıl, garson sadece menüden siparişini verdikten sonra ve telefonunu alıp şifreyi kendisi girmek suretiyle bağlantını sağlıyor. Öyle bir ciddiyet ki sanırsın dünyada tek iletişim üssü burası. Fakat geneli böyle değil. Kısacası internet sebil.
      Oteldeki internet merkezimiz de lobiydi. Fakat bize lobinin tam üzerindeki oda denk gelince (evet belki ayaktayken çekmiyordu ama) yatağa yapıştırınca telefonlarımızın kablosuz interneti gördüğünü keşfettik. Geceleri geldi Instagramlar, gitti Youtube müzik yayınları, eşe dosta Facebook mesajları. :)
     
Böyle karizma tuvalet kapısını bulmuşum, bir otoportre çekmez miyim..

Tehlikenin Farkında mısınız? Xn Yine Tatildeydi

       Dertlerinden uzaklaşmak isteyen her insan gibi biz de geçtiğimiz ay yakın bir kız arkadaşımla tatil programı yaptık (evet çaktırmasam da önemli dertlerim var). Aynı dertlerden muzdarip arkadaşımla istikametimiz Rodos'tu. Internetten bir otel bulduk, Marmaris'e otobüs bileti aldık. Ayrı ülkelerde yaşadığımız için dikkatli bir program yapıp sonunda da buluştuk. Ehliyetli ama araba kullanamayan iki kek olduğumuz için bizi garaja arkadaşımın annesi götürecekti. Bavulumla kaldırımda 40 dakika bekledikten sonra araba göründü. Basbayağı geç kalıyorduk, o sırada arabada geçen cümleler şu minvaldeydi:
- Yolu karıştırdım galiba
- Biz mi ters yöne gidiyoruz, karşıdan gelenler mi?
- Kestirmeden gideceğim (ve otobüse 45 dk gecikilir:))

     Neyse ki İstanbul trafiği bu gibi durumlarda işe yarıyor. Otobüs de gecikti hatta bir saat de biz bekledik. Şansımız boş durur mu, tam yanımızda bir adam güldür güldür kusmaya başladı. Oracıkta aynısını yapmamak için garajın diğer tarafına kaçtık. Gidiş yolu dertleşerek, karşılıklı iyi "enerjiler" vermeye çalışarak, yer yer hayıflanıp yer yer saydırarak, sonunda da uyuyarak iyi geçti. İkimizin de uluslararası dolaşım pasaportu olmasına rağmen Marmaris'ten çıkış ve Rodos'a girişte toplam 3,5 saat kuyruk bekledik. Adaya ayak basınca otelimizin süper bir yerde, tam şehir merkezinde olduğunu keşfettik ve bu gazla tatil başladı :)
Casa De La Sera: Döndükten sonra nasil methetmişsem 3 arkadaşım
daha Rodos'a gitmek ve bizim otelde (bence motel demek daha doğru:)
kalmak üzere işe koyuldu. 

5 Ekim 2013 Cumartesi

Ayse ve Xn Tatilde - 4 (Müjdeler Olsun Son Bölüm :)

Ajurlu çoraplarim :P
      
-      Viyana’daki sabahımızda ilk iş Museum of Natural History'i gezdik. Herhalde buradan sonra dünyadaki hayvan türlerinden görmediğimiz çok azı kalmıştır. Şansımıza Tutankhamon sergisi de Viyana'daymış. Koşup gittik.
-          Sonrasında da Stephanz Platz Cathedral’ini gezdik (katakomp görmeyi de çok istedik ama ufak(!) bir zamanlama hatasıyla göremedik).
-         Katedral çıkışında bir park gördük. Herkes çimlere yayılıp uzanmış. Durur muyuz, yayıldık.
-          Burası ‘Ring’ denen bir bölge. Gidilip görülecek hemen her yer bu dairesel bölgenin içinde bulunuyor.
-          Genelde tüm mağazalar saat 6-7 gibi kapanıyor.
-          Yine sansımıza ‘Bodies’ sergisine de denk geldik ama gidemedik. Çok içimizde kaldı.
-         Akşam olunca turda tanıştığımız bir kız arkadaşla buluştuk. Bizdeki Nevizade’ye benzer bir eğlence sokağında zar zor yer bulup oturduk. Yemek yedik, muhabbet edip eğlendik. Ayşe bu arada sokakta yere uzanmış bir dilenciyi beğendi :) Bütün gece mevzu oldu.
-          Gece buralar süper, istediğin saatte istediğin gibi dolaşabiliyor. Hem güvenli hem temiz.
-          İyi ki beraber tatile çikmişiz filan diye konuşurken Ayşe sayesinde bir atasözü öğrendim: ‘Hacı hacıyı Mekke’de, hoca hocayı tekkede, deli deliyi bir dakikada bulurmuş’ :))))
...Bulduk-Gittik-Tatili Bitirdik...
The End :)

4 Ekim 2013 Cuma

Ayse Ve Xn Tatilde - 3


-          Yine gruptan uzak, yalnız başımıza huzurlu bir Prag günü.. Bu sefer müzeler gezilecek..
-          Bir şövalye dükkanı bulup birer tane pazubend aldık.
-          St. Vitus Cathedral’ini gidip gördük.
-          Kale içindeki Story of Prag Castle sergisini gezdik. Çok büyük bir sergiydi. Güzeldi..
-          Çıkışta bir ortaçağ restoranı bulduk!  (‘Stredonek na blastni kuzi’ Ehunonska 15 Praha 1 - Mala Stana.) Ortam süpper ötesi! Müzik, garsonlar, mumlar, dekor tam ortaçağdaki gibiydi, nefisti.
-          (Yemek sonrası yorumlarımızà) SÜPPEERR bir yemekti! O güne kadarki en nefis yemeğimizi yedik. Birer tavuk butu istedik. Dev gibi bir tabakta: 2 koca but + közlenmiş mısır, biber, domates + büyük bir köfte + çeşitli soslar + salatalık + marul ve yine mangalda közlenmiş elma geldi! Hepsini birer litre bira eşliğinde bitirdik.
-          Burada en ünlü sanatçılardan biri Alfonzo Mucha. Ben de çok beğenirim ve onun işlerinden harika eşyalar tasarlamışlar.
-        Biz iki süper zeka vaktimizin bir kismini da markette harcadık. El kremi, çikolata, jelibon ve bilumum ıvır zıvır İstanbul’da yok çünkü :P
-          Bu gezide ikimizin de bok boğaz olduğu ortaya çikti. Uyum diye ben buna derim. Her önümüze geleni mızımadan tattık. Gece de otel odasinda sandviç-bira atistirmasiyla muhabbet.


Samanların içinden geçerek çatal bıçak kullanmadan hunharca yediğimiz yemek

Ayse Ve Xn Tatilde - 2


...........................El emeğim göz nurum  ;)...........................
 

-         Ikinci gün 10 saat yoldan sonra Prag’a vardık çok şükür!!! (Neyse ki arada Koutna Hora Kemikli Kilisesini gördük. Sanırım bu duruma sadece Ayşe ve ben mutlu olduk, çünkü diğerleri insan kemiğinden yapilmis bu yeri protesto edip otobüsten inmedi :P)
-          Rehber bize gotik mimari hakkında derin bilgiler verdi: ‘Kuleler varsa, bu kulelerin etrafında da ucubeler varsa o gatuk(!) bir yapıdır’. Hey maşallah!
-          Prag’da ilk iş (klasik bir tur çakması olan) panoramik Prag turu oldu. Müthiş yağmur başladı. Rehberimiz hava çok sıcak deyip hırkalarımızı otobüste bıraktırdığı için atletlerle kalıp ıslak sıçana döndük.
-          Hediyelik eşya hanında saçak altında grupça bekleyişimiz komikti. Teyzeler amcalar stres içinde söylenip duruyorlardı :)
-          1 euroluk çöp torbasına benzeyen mavi naylon yağmurluklardan alarak grupta bir çığır açtık. Grubun tamamı bunları alıp giydiğinde aynı şirinler köyü gibi olduk.
-        Bu arada kendi aramızda para birimlerini de kısalttık:
       Budapeşte forinti: FÜNK - Çek kronu: ÇÜNK
-          Prag merkez süperdi.  Koca sehirde ilk yemeğimiz gastronomik açidan yine çigir açiciydi: Mc Donalds menüsü.
-          Dövizciler, taksiler, metrolar hırsızlık için tehlikeliymiş. Uyarıldık (fakat saftirik gibi izbe izbe yerlere girmezseniz abarttiklari kadar bir dram yok).
-          Gece otele döndük. Otelimizin adı Olympic Atlantis (Dandikus :)))
-          Tren kompartımanından bozma odamizda Ayşe ile ayak uçlarımız birleşikti.. Odada iki uç uca yatak, ortasında da kimsenin görüş açısına girmeyen (girse de düğmesi kirik olan) bir televizyon vardı J. Ama biz yine de çok eğlendikkk (Bunu bir de her otelde tesadüfen yanımıza düşen komşu odadaki nane molla çocuklara sormak lazım tabi :P)


Ayse VE Xn Tatilde - 1

      Bir süre önce gittiğimiz tatilin anilarini kişisel tarihime kazimak ve gidecek olanlara fikir vermek amacıyla Budapeste-Viyana-Prag turumuzun notlarini kamuya açiyorum:
 
-          İstanbul’dan binip Budapeşte’ye indiğimizde ilk iş panoramik tur oldu.
-          Daha sonra tekne turu geldi. Uçaktan sonra süper başım ağrıyordu ama Ayşe’yi yalnız bırakmamak için ben de katıldım. Elime tutusturulan sampanyayi dökmemeye çalışarak kendime bir koltuk buldum ve kalkmamacasına ona yapistim. Çok tadını çıkaramadım ama olsun. Gördüm mü? Gördüm :P
-          Nihayet gece otele döndük. Budapeşte’deki otelimizin adı: Otel Flemenco.
-          Sabah keşfe çıktık. Lobiden birer harita ve milyon tane broşür alıp yola vurduk kendimizi.
-          7 no’lu otobüse binip son durakta indik (Bir başka deyişle ise: Tam ters yöne gidip Budapeşte’nin dibinde inmişiz, Taksim yerine Beylikdüzü'ne gitmek gibi bir sey :) Gerisin geriye döndük)
-          Büyük bir parktan geçerek bulduğumuz Ulasim Müzesi'ni gezdik. Eski zaman kostümlerinden giyip hatıra fotoğrafı çektirdik. Bizim gibi iki müzeci için çok eğlenceliydi.
-          Oradan Kahramanlar Meydanı’na çıktık
-          Yerel lezzetleri tatmaya kararlı iki gezgin olarak gide gide menüsünde nargile olan, bölgedeki tek oryantal kafeyi bulmamazlık etmedik tabi ki :P Cafe Kara’da çok bilinmedik bir lezzet olan yengen tost yedik.
-          The Museum of Fine Arts Budapest’i gezdik.
      1146 Busapest Dozsa György ut 41; Po Box: H-1396  Budapest 62 Pf.463
      -          Akşam otele döndük. Çigan gecesi bizi bekliyordu. (Rehber bizi otelde unutmasaydı tabii!) Neyse ki Ayşe’nin cazibesi imdadımıza yetişti, bir araba gönderip bizi aldırttı)
      -          Şarap içip yerel yemeklerden yedik. (‘Gulaş’ alt tarafı bol sulu patates yemeğiymiş onu anladım.) Küçük krizler de yasanmadi değil, "domuz pisen izgarada pisen yemeği yemeyiz biz" diye olay çikaran teyze ve amcalar niye kültüründe bu yemek olan bir ülkeye gelmişler bilemedik. 
      - Gece eğlenceliydi ama dansçıların gösteriye misafirleri de dahil etmeleri bende stres yarattı :P Agzima sarap ve yemek tikistirirken bir yandan da elimden tutup beni sahneye çekiştirme potansiyeli olan kimseyle göz göze gelmemeye çalışarak durumu atlattim ve fakat Ayşe bundan kurtulamadı :)
Ayse & Xn: Iki süper sansli insan olarak çektirdiğimiz fotoğraflar yanlislikla
silinince bu bitli kiyafetleri bir kere daha giydik ve azimle, israrla
nostaljik fotografimiza kavustuk 

Sevdigim Seyler de Var

      Mesela hayvanlarim. Iki tane canım hayvanım var ki resmen bakınca durduk yere beni mutlu eden sayılı şeyden ikisi. Biri Safir the tarantula, diğeri de Niche Surtur the sakallı ejder. Safir büyüyünce safir rengi olacak diye umuyorum eldeki verilere göre. Çok zarif bir tüy yumağı kendisi. Surtur da kuzey mitolojisinin bağrından kopup geldi. Onun da büyüyüp Surtur gibi bir dev olacağını bekleyerek yaşıyorum.
      Örümceğim henüz benden bihaber. Ya da sevgisini ben yaklaşınca arkasını dönüp ona yaptığım mağaranın içine kafasını sokarak gösteriyor da olabilir (ama popo açıkta kaliyor, haberi yok :))
      Surtur daha ılıman. Sürekli teraryumun camına dayanmış büyük bir kafa olarak görüyor beni. Bazen işe getiriyorum beraber bilgisayarda çalışıyoruz, bazen evde elimde uyuyor, genelde de kendi ortamında takılıyor. Her hareketi bana komik geliyor, acaip matrak davranislari var. Üzerine picirt! diye pislemediği sürece sadece iyi hissettiren bir tip ve biraz inceleyince herkesin (bir kisim insanın diyeyim) beslemek isteyeceği türden bir canli. Gerçekten merak ettim diyenlere: www.sakalliejder.com
      Kendilerini mümkün olan her açidan görsem de içim bayılmaz diyenler varsa da, onlara açtigim instagram hesabi: http://instagram.com/surtur_sapphire

Spoiler:
On parmak klavyede usta ikili
Zarif olduğunu söylemiştim (Evet tüylü de ama olsun:)
Kafa sevilerek uyumak tercih sebebimiz :)
Arkadaki merakli da arkadasimin tatile giderken biraktigi yavru

1 Ekim 2013 Salı

Sevmedigim Seyler Var

      Mesela her cani sikilanin, havayi birazcık bulutlu görenin, ayakkabisinin ucu vuranin, 50 gram kilo alanin kendisini depresyonda sanmasini hiç sevmem. Girmeyin demiyorum, hobi olarak yine girin ama depresyon öyle bir sey değil sevgili heves edenler. Aylar boyunca bir kuzey ülkesinde yasadigim için -ki yine bile sürekli olarak girmemistim- depresyonun ne olduğunu (sizden öğrenecek değiliz- yok yok saka:) öhöm, ne diyordum, bunun ne olduğunu yakinen gördüm.
      Etrafimdaki insanlara bakarak -ki sansliysam günde 2 tane filan görebiliyordum- ve sürekli ister istemez karsilastirma yaparak gerçek-depresyonla simarik-depresyon arasindaki farki keşfetmiş bulunuyordum. Bulusumu Türkiye'deki arkadaslarimla paylaşmak istedim ama genelde cogu depresyondaydı. Olmayanlar da Norveç'te basima gelenleri anlatinca geçici olarak girdiler.
      Her ortamda özellikle de yeni tanistigim kişiler varsa (galiba sürekli yeni insanlarla tanisiyorum ikidir yazdiklarima bakilirsa) arkadaslarimdan birinin "Xn de Norveç'ten yeni geldi" demesiyle kopan film, benim haldir huldur gaza gelip "bir gün de böyle oldu, bir keresinde de şunu gördüm, domatesin kilosu da 15 liraydi!" seklinde canhıraş açiklamalarimla devam eder normalde. Genellikle ortamda mutlaka biri daha oralara gitmis olur ve yer yer hak vermeler yer yer sasirmalarla sohbetimiz devam eder.
                                              Sonuç olarak: Norveç - Connecting people...

Haksizlik etmeyi hiç sevmem, cennet gibi de ülkeydi hani



30 Eylül 2013 Pazartesi

-Ben-Ilk-Sen-

      Evet binlerce blogdan biri daha açildi vatana millete hayirli olsun. Tanisma zamani. Aslinda yüzyüze tanisiyor olsak bu daha eğlenceli olacakti çünkü insanin benimki gibi ismi olunca her tanismada pek çok espiriler sakalarrr havada uçuşuyor ama fena da olmuyor. Soyadim da isin içine girince hiç tanimadigim insanlarla bile 5 dakika sonra kahkaha atan, en azindan sohbet eden matrak bir durum içinde oluyoruz. Soyle ki:
"Merhaba, ben Ilksen Baysaling"   
- Kardesin de Sonben mi (ehi ehi)?
- Holding gibi soyadiniz varmis.
- Sendika gibi adin varmis.
- Yabanci misin?
- Baysaliyorum Baysalmak (evet anladim, Ingilizceye hakimsin)
- First you (peki, sen de:)
- (En masumu) Soyadinin anlami ne? 
Sadece adimi söylediysem onda da söyle durumlar olabiliyor:
- (Siritip elimi uzatarak) Ilksen
- Ben Zeynep, sen?
- Ilksen
- Evet, ben Zeynep, ya sen??
- Adim, ismim Ilksen
-......  

      Yine böyle bir isim irdeleme çalismasi sirasinda bir arkadasinin "sendika gibi adin var metal-ilk-sen diye blog açabilirsin" demesiyle Xn (halk arasinda adimin kisaltmasi) gaz oldu ve bu bloğu açti. 

Gerçek Kesit :))
      Aslinda halihazirda ürettiğim isler ve kafayi taktiğim bazi konularda yazdigim yazilari yayinladigim bir bloğum var (www.xnpurple.blogspot.no) ve hayatimda yeri olan, ilgimi çeken seyleri de kapak kisminda biraz özet geçtim. Bu bloğu ise kendime biraz daha deşarj olma yeri olarak ayiriyorum. 
     Bu arada önceleri blog açmak gözünde süper büyüyen bir insan olarak söyleyebilirim ki ucundan baslayinca bayagi zevkli bir ismis. Tavsiye olunur.